Kaygı bozuklukları türleri ve tedavisi
Kaygı; sıkıntı, huzursuzluk, kötü birşey olacak mı endişesi ve fiziksel belirtilerin de eşlik ettiği yoğun korku hali olarak tanımlanabilir.
Kaygı bozuklukları türleri ve tedavisi
Kaygı; insanın hayatını tehdit eden olaylar karşısında doğal olarak hissedilen ve tehlikelerden korunmak için önlem alınmasını sağlayan, insanın hayatta kalması için oldukça önemli, doğal bir duygu durumudur. Rahatsızlık verici olmakla birlikte kaygı bedenimizde bulunan alarm sisteminin aktive olmasına bağlıdır. Bu durum kişinin kendini korumasında oldukça değerlidir.
Günlük yaşantı içinde her insan zaman zaman kendini kaygılı hissedebilir. Kısıtlı zamanda yetiştirilmesi gereken acil işlerin olması, yetişilmesi gereken önemli bir randevuya giderken trafikte sıkışıp kalmak, sessiz bir ortamda otururken aniden yüksek bir ses duyulması ya da ilişki problemleri yaşandığı zamanlar günlük hayatta yaşanabilecek kaygı yaratan durumlara örnek olabilir.
Böyle durumlarda kaygı hissedilmesi doğaldır ve kişinin dışçevreye uyumunu sağlayıcı, tehlikelere karşı uyarıcı ve harekete geçirici bir işlevi vardır. Her insanın olayları algılayışı farklıdır. Bu nedenle kaygı çok hafif dereceden, panik derecesine kadar varan yoğunlukta olabilir. Kaygının denetim dışına çıkarak çok yoğun ve kişinin işlevselliğini bozan bir düzeye varması durumunda kaygı bozukluklarından söz edilebilir.
Kaygı Bozuklukları
Kaygı bozukluklarının temel özelliği, günlük hayatta kişinin kendini nedensiz ve engelleyemediği bir şekilde sürekli sinirli, gergin, huzursuz ve sıkıntılı hissetmesidir. Bu duygulara çarpıntı, terleme, titreme, tansiyonun yükselmesi, hızlı nefes alma, kas gerginlikleri, nefes almakta güçlük, boğuluyormuş hissi, mide bulantısı gibi fiziksel belirtiler de eşlik eder. Ayrıca kontrolü kaybetme, her an kötü birşey olacakmış hissi, uyku bozuklukları yaşanmaktadır. Kaygı bozukluğu tanısının konmasında en belirgin özellik, kişinin kaygı yoğunluğunun günlük hayatını etkilemesi ve mesleki ve kişiler arası ilişkilerde zorluklara yol açmasıdır. Bu özellik kaygı bozukluklarını normal kaygıdan ayırır.
Kaygı bozuklukları kişinin duygu, düşünce ve davranışlarını etkiler ve eğer tedavi edilmezse, sosyal, mesleki ve kişiler arası ilişkilerde önemli problemlere yol açabilir.
Kaygı bozuklukları çoğunlukla ergenlik döneminde ortaya çıkar ve birçok yaşam olayının ortaya çıkmasına neden olur. Kaygı bozukluklarına toplumda oldukça sık rastlanır ve yaşam boyu kaygı bozukluğu yaşama oranı %25 civarındadır. Kadınlarda kaygı bozuklukları yaşanma oranı erkeklere göre daha sıktır.
Kaygı bozuklukları her biri kendine özgü özellikler taşıyan bir çok bozukluğu içeren tanı grubudur ve hepsinin en ortak özelliği hissedilen yüksek kaygıdır. Bu grubun içinde yaygın kaygı bozukluğu, panik bozukluğu, agorafobi, özgül fobiler, sosyal fobi, obsesif-kompulsif bozukluk, posttravmatik stress bozukluğu ve akut stres bozukluğudur.
Yaygın Kaygı Bozukluğu
Yaygın kaygı bozukluğu, sıradan günlük yaşam olaylarına karşı aşırı endişe, korku ve kaygı içindedirler. Kendilerine ya da sevdiklerine kötü bir şey olacağına dair kuruntular yaşamaktadırlar. Kaygının yoğunluğu ve sıklığı, korkulan olayın etkisine uygun değildir. Gerçekçi olmayan ve kişinin kontrol edemediği bu durumun tipik özellikleri huzursuzluk, konsantre olmakta zorluk, uyku bozukluğu, yorgunluk ve sinirli olmadır.
Yaygın kaygı bozukluklarında en önemli ruhsal süreç, kişinin çevre üzerinde kontrolsüzlük hissidir. Kişinin zihnini, kontrol edemediği olaylardan kaynaklanabilecek tehlikeler sürekli meşgul etmektedir. Sürekli potansiyel tehlike oluşturabilecek uyaranları takip eder ve tehlike oluşturmayan uyaranları ise dikkate almaz. Bu düşünce yapısı kaygı bozukluğu yaşayan bireylerde otomatikleşmiştir.
Kişiler yaşadıkları kaygının gerçekçi olmadığının farkında olabilir ancak yaşadıkları kaygıya engel olamazlar. Bazen de kaygılarının aşırı ve yersiz olduğunu kabul etmeyebilirler. Kişiler kaygıya bağlı fiziksel belirtileri sürekli ve yoğun şekilde yaşadıkları için, bu fiziksel belirtiler kişilerde bedensel hastalık kaygılarına yol açmaktadır. Bu durum kaygıyı daha da yoğunlaştırarak kişilerin kalp, mide rahatsızlıkları, baş, boyun, omuz ağrıları gibi nedenlerle doktora başvurmalarına neden olur.
Yaygın kaygı bozukluğunun toplumda görülme sıklığı oldukça yüksektir. Kadınlarda erkeklere oranlara görülme sıklığı daha yüksektir.
Panik Bozukluğu
Panik bozukluğunun temel özelliği aniden gelişen, beklenmeyen ve tekrar eden çok şiddetli panik atakların varlığıdır. Panik atak, çeşitli fiziksel ve duygusal belirtilerle yaklaşan bir tehlikenin olduğu duygusunun eşlik ettiği, sürekli olmayıp zaman zaman yaşanan, birkaç dakikada en yüksek düzeye çıkan yoğun korku, kaygı hissinin yaşanmasıdır.
Çarpıntı, terleme, titreme, nabzın yükselmesi, boğuluyormuş gibi nefes alama hissi, göğüs ağrısı, bulantı, baş dönmesi, bayılma hissi, uyuşmalar, ateş basması, derealizasyon (çevreye yabancılaşma, gerçek değilmiş hissi), depersonalizasyon (kendi bedenine yabancılaşma, dışarıdan bakıyormuş hissi), kontrolünü kaybetme, delirme korkusu ve ölecekmiş gibi hissetme gibi belirtiler ortaya çıkmaktadır. Bu belirtilerin en az dördü bir arada bulunur ve aniden, beklenmeyen yerde ortaya çıkar. Bu ataklar 5-10 dakikadan birkaç saate kadar uzayabilir.
Panik bozukluğu olan kişiler, tekrar panik ataklar geçireceklerine dair kaygı duyarlar, atakların şiddeti ve sonuçlarına dair sürekli endişe içindedirler ve bu atakları tekrar yaşamamak için belirgin davranış değişiklikleri gösterirler. Panik atakları yaşadıkları yerlerden ve durumlardan kaçınmalar gösterebilirler. Bu yüzden panik atak geçiren bazı insanlarda dışarı çıkma korkusu yani agorafobi oluşabilir.
Agorafobi
Agorafobi, tehlike anında kaçmanın/yardım almanın zor olabileceği yerlerden ya da utanacaklarını düşündükleri yerlerden kaçınmak, uzak durmaktır. Agorafobi, kaygı bozuklukları içinde en sık rastlananıdır.
Agorafobisi olan kişiler tipik olarak, asansör, otobüs, uçak, market, alışveriş merkezleri gibi kalabalık içinde olmak, araba kullanmak, otobanlar ve yüksek yerlerde bulunmaktan kaçınırlar. Bu kişiler evden hiç çıkmayabilirler ya da ancak yanlarında güvendikleri kişiler ile dışarı çıkabilirler. Genellikle panik ataklar ile birlikte görülmesine rağmen, agorafobi tek başına da görülebilir.
Tekrarlayan panik ataklar geçiren bazı kişiler bu atakları geçirdikleri mekanlardan uzak durmaya başlarlar. Bu durum agorafobinin eşlik ettiği panik bozukluk olarak adlandırılır.
Özgül Fobi
Özgül fobi, belirli bir obje ve duruma karşı çok yoğun ve ısrarlı korku duyması ve bu durum ve objelerden kaçınmasıdır. Kişi fobi yaratan obje ya da durum dan uzak olduğu sürece hiçbir sorun yoktur. Korktuğu obje ya da duruma maruz kaldığı zaman şiddetli derecede bir korku duyar ve panik atak formu alan bir kaygı yaşar.
En sık görülen fobiler, yükseklik, kapalı mekanlar, uçma, kan görme, yaralanma, iğne olma ve kedi, kopek, örümcek, yılan gibi hayvan fobileridir. Kişilerde bu korkular o kadar yoğundur ki, bu obje ve durumlardan kaçınmak için akıl dışı bir çaba sarf ederler. Örneğin, iğne olmaktan korktukları için ciddi rahatsızlıklarda bile asla iğne yaptırmamak ve hatta doktora gitmekten bile kaçınabilirler.
Sosyal Fobi
Sosyal fobisi olan kişiler, sosyal ortamlarda veya performans gerektiren (seminer vermek, konuşma yapmak gibi) durumlarda, küçük düşeceği, utanacağına dair akıl dışı, aşırı, inatçı bir korku duyması ve bu durumlardan kaçınmasıdır. Utandırılacaklarından ya da aşağılanacaklarından kaygı duyar ve sürekli hata yapacaklarına, iyi performans gösteremeyeceklerine inanırlar. Bu durumla başa çıkabilmek için her şeyi kusursuz ve mükemmel yapmaya çalışırlar. Bu nedenle sosyal ortamlarda davranışlarını kısıtlarlar ya da sosyal ortamlara girmekten kaçınırlar.
Sosyal ortamlarda bulunma ve performans gerektiren durumlarda ani kaygı tepkisi oluşur ve bu kaygı, panik atak formunda olabilir. Genellikle sosyal fobikler sosyal ortamlarda yüz kızarması, titreme, terleme, nefes alamam, ağız kuruluğu, bulantı, kalp atışlarının hızlanması, aniden idrara çıkma isteği ve bu kaygının ve fiziksel belirtilerin diğer insanlar tarafından fark edileceği ve küçük duruma düşeceği inancıyla ortamdan uzaklaşma, kaçma isteği duyarlar. Bunun sonucu olarak, kişinin iş, okul ve sosyal etkinlikleri olumsuz etkilenerek bu alanlarda sorunlar yaşamasına neden olur
Sosyal fobi genellikle, topluluk içinde konuşma, partiye katılma, yeni insanlarla tanışma, karşı cins ile tanışma/ konuşma, patron gibi statüsü yüksek kişilerle konuşma, telefonda konuşmak, bir iş yaparken (yemek yemek, yazı yazmak gibi) başka insanlar tarafından seyredilmek gibi durumlarda ortaya çıkar.
Sosyal fobi genellikle ergenlik döneminde başlar ve kadınlarda erkeklere oranla daha fazla görülür.
Obsesif-Kompulsif Bozukluk
Obsesyon saplantı demektir. Saplantılar, kişi tarafından anlamsız bulunan, istem dışı biçimde tekrarlanan, zihninden uzaklaştıramadığı inatçı düşünceler, dürtülerdir ve kişiyi ciddi şekilde rahatsız ederler. Bu düşünceleri ve dürtüleri akıllarından uzaklaştırmak, görmezden gelmek ve kurtulmak için tekrarlayan başka düşünce ve davranışlarla etkisiz hale getirmeye çalışırlar. Bu tekrarlayan düşünce ve davranışlara da kompulsiyon (zorlantı) denir.
Kompulsiyonlar, kişilerin tekrarlayan obsesyonlara yanıt olarak geliştirdikleri tekrarlayan davranışlar ya da zihinsel uğraşlardır. Kompulsiyonlarda amaç, rahatsızlık duygusunu geçirmek, korkutucu olayları önlemektir. Fakat önlemeye ya da geçirmeye çalıştıkları olay/durumla yapılanların bağlantısı gerçekçi değildir. Kişiler abartılı ya ada mantıksız olduğunu düşündükleri halde bazı belli davranışları tekrar ederler.Örneğin, evden çıktıktan sonra kapıyı kilitledim mi? düşüncesine takılıp defalarca dönüp kapıyı kontrol etmek ya da çocuğunun başına kötü bir şey gelmemesi için sayı saymak gibi, gerçekçi olmayan, tekrarlayan önlemler almak zorunluluğu hissederler. En sık rastlanan kompulsiyonlar temizleme, kontrol etme ve tekrarlayan hareketlerdir.
Obsesif-kompulsif bozukluğu olan kişiler, çoğunlukla bu durumda olmaktan utanır ve saklamaya çalışırlar. Toplumda sık rastlanılır, kadın ve erkeklerde görülme oranı eşittir. Ortalama başlama yaşı 18-30 arasıdır. Ancak erkeklerde kadınlara oranla daha erken başlayabilmektedir. Bununla birlikte yaşlılarda ve çocuklarda da görülebilmektedir.
Travma Sonrası Stres Bozukluğu
Bu rahatsızlık kişinin cinsel saldırı, işkence, ölüm, trafik kazaları ya da doğal felaketler gibi travmatik bir olaya maruz kalması veya bu gibi travmatik olaylara şahit olmasından sonra oluşan uzun dönemli bir sorundur. Kişiler yaşadıkları bu tür yoğun stres yaratan durumlardan sonra da uzun sure yaşadıkları korku, çaresizlik ve dehşet duygularını hissetmeye devam ederler.
Travma sonrası stres bozukluğu olan kişiler, yoğun korku ve travmayı hatırlatan uyaranlardan kaçınmanın yanı sıra travmatik olayı ısrarlı şekilde tekrar tekrar flashback’ler şeklinde yaşarlar. Ayrıca tepkisizlik, yavaş tepki vermek ve duygusuzluk gibi belirtiler de oluşabilir. Travmatik olayı anımsatacak her türlü konuşmadan, olaydan şiddetle kaçınırlar.
KAYGI BOZUKLUKLARININ NEDENLERİ NELERDİR?
Kaygı bozukluklarının oluşumunda birden çok faktörün etkili olabileceği bilinmektedir. Kişilik özellikleri, genetik yapı, öğrenme, son dönem stresleri gibi birçok faktör olabilir. Bunların bazen sadece biri bazen de birden fazlası bir araya gelerek kaygı bozukluklarının oluşumunda rol oynayabilir.
Her kaygı bozukluğunun nedeni farklı olabilir ve bazı durumlarda nedenini bulmak kolay olmayabilir.
Genetik Yapı
Kaygı bozukluklarında kalıtımsal özellikler etkili olabilmektedir. Ailesinde kaygı bozukluğu olan ya da herhangi bir ruhsal bozukluğu olan kişilerde kaygı bozukluklarının olma riski artmaktadır. Kaygılı, depresif, eleştirel, yüksek beklentileri olan, çocuğun kendisini ifade etmesine izin vermeyen, baskıcı ailelerde büyüyen kişilerde kaygı bozukluklarının ortaya çıkma ihtimali artmaktadır.
Kişilik
Bazı kişilik özelliklerine sahip olan bireyler kaygı bozukluklarına daha yatkındırlar. Çabuk heyecanlanan, sinirlenen, içine kapanık, utangaç, duygusal ve hassas kişilerin kaygı bozukluğu yaşama riski daha yüksektir.
Öğrenme
Kaygılandırıcı, korkutucu ya da sinirlendirici olaylar/durumlar karşısında bazı kişiler belirli bir tepki geliştirirler. Daha sonra benzer olay ya da durumlar karşısında aynı tepkiyi göstererek, kaygı hissedebilirler. Örneğin, bir sokak kopeği tarafından saldırıya uğramış olan bir kişi, evcil uysal bir köpekle karşılaştığı zaman bile aşırı kaygı, korku ve kaçınma belirtileri gösterebilir.
Stresli Yaşam Olayları
Kişilerin üst üste yaşadıkları stresli yaşam olayları sonucunda, kaygı bozuklukları yaşama riskleri artmaktadır. Yaşam içinde karşılaşılan stresler örneğin maddi sıkıntılar, sağlık sorunları, aşırı sorumluluk, anksiyete hikayesi, sık sık yaşanan stresler, kayıplar, yetersiz sosyal destek de kaygı bozukluklarının oluşmasında risk faktörleridir.
KAYGI BOZUKLUKLARININ TEDAVİLERİ
-Kaygı bozuklukları klinik psikolog, psikiyatrist gibi ruh sağlığı profesyonellerinden yardım alınarak aşılabilen bir sorundur.
-Kaygı bozukluklarının tedavisinde bilişsel-davranışçı terapiler ve ilaç tedavileri kullanılmaktadır.
-Özellikle bilişsel-davranışçı terapiler, kaygı bozukluklarının tedavisinde oldukça etkilidir. Terapiler genellikle kaygı bozukluklarının tedavisinin yanı sıra, kişiye duygu, düşünce ve davranışlarını anlamasını ve kaygıyı yönetebilmesini de öğretir.
-Bilişsel-davranışçı terapilerde, maruz bırakma, sistematik duyarsızlaştırma gibi teknikler kullanarak kişilerin istenmeyen davranışlarının sonlandırılması ve nefes egzersizleri ve gevşeme egzersizleri ile kişilerin kendilerini rahatlatmaları öğretilir. Ayrıca, kişiler düşüncelerinin incelenerek yeniden yapılandırılması ile kaygıları hakkında hem yeni düşünce şekilleri hem de kaygılarıyla daha etkili bir biçimde başa çıkma yolları geliştirirler.
-İlaç kullanımı kaygı bozukluklarının tedavisinde oldukça önemli bir yer teşkil etmektedir. Ilaçlar kaygı belirtilerini önemli derecede ortadan kaldırır. Ancak ilaç tedavileri tek başına yeterli değildir. Bu ilaçların uzun sureli kullanımları bağımlılık oluşturma gibi çeşitli riskler içerdiğinden sadece geçici olarak kullanılabilir. Bu nedenle, mutlaka psikoterapi alınmalı ve kişinin kaygı bozukluğu yaşamasına neden olan düşünceleri tekrar ele alınarak daha işlevsel hale gelmesi sağlanmalıdır. Düşüncelerin yeniden yapılandırılması bu hastalığın tekrar etme olasılığını azaltarak kişinin daha sağlıklı bir düşünce yapısına kavuşmasını sağlar.